16 Haziran 2015 Salı

Üç Yudumluk Şiir

Canım birazcık sıkkınca, şiir yazayım yine
İçinde Toros'lardan beş-on gram melisa
İki fiske kadar da nane kurusu olsun
Bir taşım kaynatayım dört-beş kaşıkçık suda
Üç yudumda içeyim müsekkin niyetine

Veya yazı yazayım, şöyle üç beş cümlelik
Her satırın başına güller ekeyim tek tek
Bir koşu sularını alıp geleyim Nil'den
Boy sırasına sokup virgüllere dizeyim
Büyümeye dursunlar hepsi birden rengarenk

Ya da ben en iyisi bir manzara çizeyim
Fırça darbeleriyle öldüreyim vefayı
Kurt kuzuya dalaşsın bir dere kenarında
Güneş dağın ardında doğmak için beklesin
Gökyüzünün mavisi çeksin bütün cefayı




























5 Şubat 2014 Çarşamba

Aşkın Aslı!

Kerem'i al Aslı'dan
Ferhat'sız koy Şirin'i
Sök Mecnun'u Leyla'dan
Tahir'siz say Zühre'yi

Sonra kalbini çıkart
Sofrana çeşni eyle
Züleyha'yı aç bırak
Yusuf'un payını ye

Doyunca kalk yerinden
Yollara vur kendini
Geç ezel köprüsünden
Menzilden sil ebedi

Otur bir taş üstüne
Dinle sabrın sesini
Bir kuş kondur dizine
Öldürsün hevesini

Eğil toprak al yerden
Bağrına serp hasretin
Geç o vakit kendinden
Çağır gelsin ecelin





24 Ocak 2014 Cuma

Menekşe Saksısı

İnsan seviyor işte.
Elinde değil sevmemek.
Sıkı sıkı giyinip soğuk havada yürüyüşe çıkmayı mesela.
Üşütünce yatak döşek yatıp, ıhlamur içerek yavaş yavaş iyileşmeyi.
Papatyanın çimene yarenlik etmek için yeniden dirilişine şahit olmayı,
Günden güne ısınan havayı,
Son cemrenin de düştüğünü duymayı,
Yüzünü denize dönerek gülmeyi,
Yaşadığı şehri sevdiği şehir yapan her şeyi.
İstanbul'u...

Saklamayı da seviyor.
Kullanmaya kıyamadığı eşarbını,
Çocuklarının ders notlarını,
Eski evinin fotoğraflarını,
Elektronik melektronik bütün mektuplarını,
Menekşe saksısını.

Ama en çok beklemeyi seviyor insan.
Akşam saatlerini,
Çayın demini almasını,
Böreğin pişmesini,
Siyah üzümün çıkmasını,
Acısının dinmesini,
Anlaşılmayı,
Gülmeyi,
Olmadı, ölmeyi...